İçimde Bir Müzik Var Bir de Şant
(Şant: İki damar arasına konan ve birinden diğerine kan akımını sağlayan tüp.)
26 haftalık doğmuşum. Bir sürü komplikasyon elbette ve hidrosefali tanısı. İlk şant müdahalem 1 yaşında iken oldu. Bilmeyenleriniz için şant, cerrahi olarak damarlar arasında bir kanal oluşturulması durumudur. Yılbaşı öncesi evime yollanmışım hidrosefaliyle başlayan ve sürdürmem gereken yaşantıma. Her şey 3 yaşına dek iyi gitmiş aslında ama sonrasında şant’ın iyi çalışmadığının belirtileri ortaya çıkmış. Kusma, baş ağrısı, kronik yorgunluk ve ateş. Alelacele hastaneye götürülmüşüm. Doktorlar iki kez operasyona sokmuş. Menenjit olmuşum. Ardından bir ayımı hastanede geçirmek zorunda kalmışım. 4 yaşımda iken doktorlar görme bozukluğumun çok ileri olduğunu ve körler okuluna gitmem gerektiğini söylemiş anne babama. Benimkiler doktorun tavsiyesine uymayı reddetmişler bu konuda.
Böylece normal müfredatlı bir devlet okuluna gittim. Uyum sağlamakta da pek güçlük çekmedim aslında. Ara sıra “kafan neden böyle uzun” derdi diğer çocuklar ve bu beni biraz garip hissettirirdi gerçi. Ailem hayatımın ilk safhalarındaki medikal tanıları benden saklamıştı. Kendimi olabildiğince normal hissedeyim diye sanırım. Neden pek iyi göremediğimi anlayamazdım ve herkes böyle sanırdım. Dersleri anlamanın neden zor olduğunu ya da matematikle hep başımın dertte olmasını ve neden bir türlü kavrayamadığımı da…
Ailemle birlikte 2006’da Kanada’ya göçtüm. 10 yaşındaydım ve ilk kez doktorların benimle ilgili teşhislerini paylaştı ailem benimle. İtiraf ettiler daha doğrusu. Kızmıştım ama kabullendim. Kanada’da ilk yılım iyi geçti aslında ama ardından ruh sağlığımla ilgili problemler baş göstermeye başladı.
12 yaşında olduğumu ve hep üzgün olduğumu hatırlıyorum. Sick Kids Hastanesine gittik ve tanı kondu: Depresyon. Bu tanının yaklaşık bir ay sonrasında ömrümde duyduğum en kötü ve zor baş ağrı ataklarım başladı. Şant ile ilgili sorunlar yine başlamıştı ve bu onun göstergesiydi. 5 gün süren korkunç baş ağrıları sonrası anne babam beni hastaneye götürdü ve hakikaten tanı şant’ın işlevini görmemesiydi. Apar topar bir ameliyat daha. Korkmuyordum. Hastanenin en iyi nöroloji cerrahının elinde olduğumu biliyordum. Dr. Peter Dirks. Ameliyatım gayet başarılı geçti ve hastanede kaldığım süre boyunca olabilecek en iyi bakımı gördüm.
Sonrasında, ilerdeki eğitimimi kritik bir şekilde etkileyecek bir karar verdik ailemle birlikte. Körler okuluna gitmek. W. Ross MacDonald Okulu’ydu bu, Brantford Ontario’da. İlk başlarda bunun pek de iyi bir fikir olmadığını düşünmüştüm. Şimdi ise hem eğitim kalitemi hem de ruh sağlığımı kurtardığımızı düşünüyorum bu kararla.
Okulum bana engelimle yasayabilmeyi öğretti. Kendimi bu konuda doğru ifade edebilmeyi, gerektiğinde savunabilmeyi, durumumu barış içinde kabullenmeyi ve diğer engelli insanları anlamayı ve tolerans göstermeyi.
En çok mutluluk veren de okuldaki harika müzik ekibinin bana bir hayalimi gerçekleştirmeme yardımcı olması. Yıllarca çabalayıp ardından ümidimi yitirdiğim ve hiç öğrenemeyeceğimi düşündüğüm bir beceriyi onlarla edindim. Artık nota okuyabiliyorum. Öğrenme güçlüğüm çevreme görme sorunumdan kaynaklı gibi gözükse de, sadece o değildi bana engel olan. Yine de her şeye rağmen kendimden şüpheye düştüğümde ve cesaretim kırıldığında müzik öğretmenim bana şöyle dedi. “Öğrenmemen mümkün değil. Evet, öğrenme güçlüğün var ama bu sadece biraz daha zaman ve çaba harcamanı gerektiriyor. Sana nota okumayı ve müziği öğreteceğim ve böylece koroda bunu kullanabilecek ve bu konuda bağımsız olabileceksin.” Bu sözler beni öyle rahatlattı ki. “Daha önce kimse bana bunu söylememişti” diye düşündüm kendi kendime.
Okulum dışında müzikle çok iç içeyim. ‘VİVA! Youth Singers of Toronto’ isimli bir koronun parçasıyım. Bu koro, her hangi bir engeli olan gençlerin müzikle ilgilenebilmelerini ve diğerleri ile birlikte koronun içinde yer alabilmelerini sağlıyor. Okulumda öğrendiğim becerileri burada da kullanıyorum. Kendimi kimseden farklı ya da eksik hissetmiyorum. Bazen başarısız olduğum, hata yaptığım oluyor tabi ki ama hemen müzik eğitimimde ne kadar çok yol aldığımı düşünüyorum, kendimi toparlıyor ve tekrar kaldığım yerden devam ediyorum. Öğretmen yardımcılarından biri hep benimle birlikte ve müzik konusunda her sorunumda bana yardımcı oluyor. Birlikte şarkı söylüyoruz. Ona rahatlıkla soru sorabiliyorum. Bu yardımı almak benim için hiç de sorun teşkil etmiyor. Nasıl bazı insanların yürürken bastona ihtiyacı varsa, benim de böyle bir yardıma ihtiyacım var sadece.
İlerde ben de bana yardımcı olan öğretmen asistanının yaptığını yapmayı düşünüyorum. Hem benim gibi mücadele edenlere yardımcı olabilmek hem de aldığım bu desteği kendi çabamla geri ödeyebilmek için.
Liseyi bile bitirebileceğimi düşünmüyordum ama şu anda Humber College’da Sanat ve Fen Bilimleri okuyorum. Ocak ayında da George Brown’da Çocuk ve Genç Sosyal Servis Görevlisi programına başlayacağım.
Editörün notu:
Sevgili İpek’le geçtiğimiz Kasım ayında Nebil Özgentürk söyleşisi için Radio Perfect stüdyosunu ziyaret ettiğinde tanıştık. Hoşsohbet, pırıl pırıl, vizyon sahibi bir genç kız İpek. 2015 sonbaharında Spina Bifida & Hydrocephalus Association dergisinde yayınlanan makalesini getirmişti yanında. Hande Lena Roy’un sadece kelimeleri değil, duyguları da aktaran çevirisiyle siz sevgili okurlarımızla paylaşmaktan hem mutluluk hem gurur duyuyorum. Çünkü Kanada’ya küçük yaşta da gelse ilk kuşak göçmen olan bir gencimiz eğitimine aksatmadan devam ediyor ve sanata gönül vermiş. Çünkü engelin yetersizlik demek olmadığını kavramakla kalmayıp, bunu çevresine de anlatacak cesarete sahip.
Geçtiğimiz ay Dünya Engelliler Günü vardı. 1992 yılından bu yana, 3 Aralık Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen uluslararası bir gün.
Bu günde dünya çapında organizasyonlar düzenlenir. Genellikle ücretsiz olan bu aktivitelerdeki çalışmalar gönüllülüğe dayanmaktadır. Hükümetlerin desteği ve sivil toplum organizasyonlarıyla birlikte güne özel kutlamalar yapılır, kardeşlik mesajları verilir, başarılı olmuş birkaç engelli ön plana çıkarılarak ‘insan isterse herşeyi başarabilir’ denir… Ve edilen bir torba dolusu laf güneşin batmasıyla çöpe gider, verilen vaatler bir sonraki yıla ertelenir. Ve engel korkulacak bir olgu olmaya devam eder. Ve kibarca ‘engelli’ dediğimiz ama aslında ‘engellenmiş’ olan kişiler bir sonraki 3 Aralık’a kadar yaşamın her alanında toplum tarafından küçümsenmeye, dışlanmaya, alay edilmeye, isim takılmaya, ötekileştirilmeye, fiziksel ve duygusal şiddet görmeye devam eder. Konu hakkındaki çok sayıda çalışma ve araştırma sonucuna göre, sağlam vücuda değer veren bakış açısının hakimiyeti engelli kişiler için erişilemezliği inşa etmektedir. Gerçekte ise toplumun uygun hizmetleri sunmaktaki yetersizliği engelin üretilmesine yardımcı olmaktadır. Ustalıkla gizlenmiş olmakla birlikte, esas engelleyici faktörler, engelin kendisinden ziyade, sistemik, kurumsal ve bireysel bariyerlerdir. Ve toplumu oluşturan her bir element bu bariyerleri kaldırmak yerine sorumluluğu engelli bireylere yükleyerek, uyum göstermeyi, bunun mümkün olmadığı durumlarda da sessizce kabullenmelerini ya da yok olmalarını bekler.
Kimse farketmezki, her hayat yaşanmaya değer.
* * * * * * * * *
Perfect Gazete sayfalarında sizden gelenleri yayınlamaktan memnun olacağız.
Bize info@canadianturkishmedia.com adresinden ulaşabilirsiniz.